COP 22’nin Ardından: Türkiye’de İş Dünyası Ne Beklemeli?

25.03.2024

(Yazan: Arif Cem Gündoğan)

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamındaki 22. Taraflar Toplantısı (COP22) 7-18 Kasım 2016 tarihleri arasında Fas’ın Marakeş şehrinde gerçekleştirildi. Paris Anlaşması’nın resmen yürürlüğe girmesinden günler sonra gerçekleşen iklim zirvesinin iş dünyası için önemi, çıktıları ve bundan sonraki döneme ilişkin beklentileri sizler için özetledik.

Yeni rejimi hatırlamak gerekirse: Paris Anlaşması

İnsan kaynaklı iklim değişikliği ile mücadelede küresel mücadelenin hatlarını belirleyen Paris Anlaşması bilindiği üzere gerekli şartların sağlanmasının ardından 4 Kasım 2016’da resmen yürürlüğe girmiş oldu. 23 Kasım 2016 itibari ile 113 ülkenin resmen taraf olduğu anlaşma kapsamında dünyanın düşük karbon ekonomisine (ve nihai olarak net-sıfır karbonlu bir ekonomiye) geçişini müjdeleyen hedefler söz konusuydu. Paris Anlaşması kapsamındaki hedefleri özetle hatırlamak gerekirse:

İnsan kaynaklı iklim değişikliği ile bağlantılı yaşanan küresel sıcaklık artışı Paris Anlaşması ile 2°C’nin olabildiğince altında (ve mümkünse 1.5°C’de) dizginlenmeye çalışılacak. Bu hedefe ulaşılabilmesi için ulusal katkılar (NDC’ler) kritik öneme sahip olacak. Ulusal katkılar düzenli aralıklarla daha iddialı hedeflerle güncellenerek küresel mücadelenin etkinleştirilmesi hedefleniyor. Anlaşmada 2050-2100 yılları arasında insan kaynaklı seragazı salımların ve yutak kapasitesinin arasında bir denge kurulması uzun dönemli hedef olarak belirtiliyor. Yani doğal süreçlere insan müdahalesini sıfıra indirmek amaçlanıyor. Paris Anlaşması, uyum (adaptasyon) konusuna azaltım (mitigasyon) konusuna verdiği önemi atfediyor. Bundan böyle ülkeler ulusal katkılarında uyum tedbirlerini belirtmek ve sürekli güncellemek durumunda olacaklar. İklim finansmanı açısından ise daha önce belirlenen 2020 itibari ile yılda 100 milyar dolar hedefi taban meblağ olarak kabul görmüş durumda. Bu finansman özellikle Yeşil İklim Fonu (GCF) aracılığı ile dağıtılacak. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere finansal desteğinin boyutu 2020’den itibaren somut ihtiyaç değerlendirmeleri üzerinden artarak devam edecek.

Peki, COP22 Marakeş’te gerçekleştirilen zirvede neler oldu?

Fas’taki zirvenin ilk gününe Türkiye’nin hâlihazırda Ek-1 (gelişmiş ülkeler) kategorisinde olduğu için erişiminin bulunmadığı Yeşil İklim Fonu (GCF) kapsamında iklim finansmanına erişim isteği damga vurdu. Çerçeve sözleşme kapsamında tanınan özel şartlarına dayanarak sadece azaltım (mitigasyon) ile ilgili olarak fona erişim sağlaman isteyen Türkiye’nin talebi hakkında bir karara varılamadığı için konu açık uçlu istişarelerle değerlendirilecek ve süreç COP23 başkanlığına raporlanacak.

COP22’de gündemde büyük yer kaplayan konulardan bir diğeri ABD’deki seçimlerde Trump’ın galip gelmesiydi. Trump’ın ABD’yi iklim değişikliği ile mücadelede bir kazanım olan Paris Anlaşması’ndan çekebileceği üzerine kampanya sürecinde verdiği demeçler başkanlığı kesinleşince seçim sonucu bir endişe kaynağı olsa da gerek ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry & J. Pershing gibi üst düzey müzakerecilerin açıklamaları gereke taraf ülkelerin ortak duruşları küresel mücadelenin ve Paris Anlaşması’nın başlattığı momentumun durdurulamaz olduğunun altını tekrar çizmiş oldu. Bu noktada her ihtimale karşın belirtmekte fayda var: ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi 4 yıllık bir süreç olacak. Eğer çerçeve sözleşmeden çekilmeye karar verirse bu süreç 1 yıla kadar düşebilir. ABD’nin uluslararası hukuk ve diplomasi çerçevesinde böylesine olumsuz bir hamle yapması beklenmemekte. Müzakerelerde ABD çekilirse biz de çekilmeyi düşünürüz diyen bir taraf olmadığını not etmekte de fayda var. ABD’li önde gelen şirketlerin ve eyaletlerin seçim sonrasında Paris Anlaşması’na sahip çıkıyoruz dediğini de not edelim.

COP22 kapsamındaki müzakerelerin ana odağında çerçevesi hazır olan Paris Anlaşması’nın detayları ve nasıl uygulanacağı yer almaktaydı. Bu anlamda anlaşmanın uygulanışına dair bir “kural kitabı” 2018 yılına dek hazır hale getirilecek. Müzakerelerde ağırlığı olan bir diğer günden ise iklim finansmanıydı. Bu konuda hâlihazırda masada olan finansman sözlerinin 2020 itibari ile yılda 100 milyar dolarlık miktardan çok daha az olduğu vurgulandı ve bir takım yeni katkılar ilan edildi. Ancak belirgin bir ilerlemeden ziyade, neyin iklim finansmanı sayılıp sayılmayacağı ve hangi mekanizmaların kullanılabileceği üzerinde tartışıldı. Bunun dışında ulusal katkıların (NDC) Paris Anlaşması hedefleri göz önüne alındığında yetersiz olduğu vurgulandı ve 2018 yılı itibari ile gözden geçirilmesi konusundaki irade pekiştirildi. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaynaklanan kayıp ve zararların tespiti ile ilgili 5 yıllık bir çalışma planı da üzerinde uzlaşılan konular arasında yerini aldı.

Türkiye Paris Anlaşması’nı imzalamasına rağmen Anlaşma metni resmi onay için henüz meclis gündemine gelmedi. Yapılan açıklamalardan anlaşılan tabloda Türkiye’nin resmi onay için Yeşil İklim Fonu kapsamında iklim finansman erişimi için talep ettiği COP kararına dair yürütülen açık uçlu istişare sürecinden çıkacak kararı beklediği anlaşılmakta. Bu konuda en azından 2017 ilkbaharında Almanya Bonn’da gerçekleştirilecek iklim değişikliği konferansı ve eş zamanlı SBI 45 toplantılarının çıktılarını bekleyeceğimizi öngörebiliriz.

COP22 sürecinde şirketlerden ne haber var?

COP22 hemen öncesinde, esnasında ve hemen sonrasında özel sektör liderliğindeki pek çok yeni inisiyatif ve duyuruya şahit olduk. Bunlardan birisi daha önceki yazılarımızda yer verdiğimiz Bilim Temelli Hedefler (SBTs – Science Based Targets) konusundaydı. İklim değişikliği ile etkin bir mücadele için bilimsel metotlar kullanılarak iddialı hedefler belirleyen şirket sayısı küresel çapta 200’ü geçti. Piyasa değerleri 4.8 trilyon doları bulan şirketler arasında Coca Cola, Dell, Kellogg, P&G ve Sony gibi şirketler bulunuyor. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için şu adrese göz atılabilir.

Paris Anlaşması ile beraber önemi artan NAZCA platformunun devlet dışı aktörlerin (sivil toplum, özel sektör, belediyeler, vb) iklim değişikliği ile mücadele hedefleri ve katkılarının kayıt altına alınacağı ilk adres olması hedefleniyordu. COP22 ile beraber NAZCA resmi portal haline gelmiş oldu. NAZCA bünyesinde 3300’ü aşkın katkı şu anda kamuoyuna açık şekilde sergileniyor. Kendi hedeflerinizi burada sergilemeniz mümkün.

COP22’deki etkinlikler ve çıktılar özellikle karbon fiyatlandırmaya ilişkin piyasa mekanizmalarının önem kazanmaya devam ettiğine işaret eden gelişmeleri de içeriyor. Bu noktada Türkiye dahil 101 ülkenin ulusal katkı belgelerinde (NDCs) karbon fiyatlandırmayı bir tedbir olarak kullanmayı hedeflediğini belirtmekte fayda var. Dünya üzerinde halihazırda işleyen veya işlemesi planlanan 42 karbon fiyatlandırma inisiyatifi mevcut. Aktif olanlar küresel seragazı salımlarının yaklaşık %13’ünü kapsarken fiyatlandırma gelirlerinin sadece 2015 yılında 26 milyar dolarlık bir kaynak yarattığını, ve önceki seneye kıyasla %60 artış kaydettiğinin altını çizelim. Özel sektörde ise küresel çapta 1200’ü aşkın şirketin hâlihazırda veya önümüzdeki 2 yıl içinde şirket içi bir fiyatlandırma modeli kullandığını/kullanacağını söyleyebiliriz. Öte yandan havacılık ve gemi taşımacılığından doğan seragazları ve belirli sektör faaliyetlerinde salınan HFC gazlarına dair Paris Anlaşması’na ek olarak gelişen anlaşma ve protokoller piyasa mekanizmalarına olan ilgiyi arttırması sürpriz bir gelişme olmayacak.

COP22 sürecinde iş dünyasının küresel iklim mücadelesine katkısını özetleme iddiasını taşıyan, UN Global Compact tarafından önemli bir raporun lansmanı yapıldı. İçeriğinden bahsederek bu kısmı bitirelim. Rapor, RE100, Küresel Enerji Hızlandırıcı Platformu, Montreal Karbon Katkıları, Dekarbonizasyon Koalisyonu Portfolyosu gibi iş dünyası liderliğinde yürüyen girişimlerle ilgili gelişmeleri derliyor ve sadece iklim değişikliği değil Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ilişkin bağlantılı çabaları da gözler önüne seriyor. Özetle özel sektörün katkısı katlanarak artmaya devam ediyor.

Türkiye’deki şirketler ne bekleyebilir?

Özetle şu gelişmelere hazırlıklı olmakta fayda var:

  • Türkiye henüz Paris Anlaşması’nı resmen onaylamadı ancak iklim değişikliği ile mücadele tedbirlerinde ve bağlantılı mevzuatın gelişmesinde ekonomik, sosyal ve çevresel faydalar olduğu açık olduğu için bu bağlamdaki ilerlemenin devam edeceğini varsayabiliriz. Mevzuat anlamında yeni gelişmeleri yakından takip ve hazırlık önem kazanacak.
  • İklim finansmanı konusu gündemde önemli yer kaplamaya başladı. İklim finansmanına çok boyutlu bir perspektifle yaklaşılıyor. Özel sektörün özellikle kalkınma odaklı bankalardan yararlanabileceği finansman seçenekleri söz konusu ve bunların hacimleri artarak devam edecek. Bu bağlamda enerji başta olmak üzere kaynak verimliliği, yenilenebilir enerji kullanımı, döngüsel ekonomiye ilişkin tedbirler, karbon envanter yönetimi ve sertifikasyonu gibi alanlarda finansman fırsatları artacak.
  • Karbon fiyatlandırma seçenekleri giderek artan şekilde yaygınlaşacak ve piyasa mekanizmalarının ağırlığı da benzer şekilde artacak. Karbon sertifika fiyatlarının sıkı bir denetim ve zorunlu bir piyasa olmadan artacağını söylemek zor (hatta zorunlu piyasalarda da ek tedbirler olmadan ek gelişmeler yaşanmayacaktır) ancak bu anlamda fiyat koridorları, taban ve tavan karbon fiyatları gibi tedbirler görünümü kesinlikle değiştirecektir. İngiltere’de enerji üretim kompozisyonun hızla değişmesindeki en temel sebeplerden birinin bu olduğunu hatırlayalım.
  • İklim değişikliği ile mücadelede özel sektörün artan bir risk algısı var. İklim değişikliğine uyum çok kritik hale gelmeye başladı zira Paris Anlaşması ve çabalara rağmen dünya tahminimizden zorlu bir patikada hala… Bu bağlamda iklimsel risk değerlendirmeleri, kırılganlık analizleri, tedarik zincirlerinde stres testleri ve uyum önlemleri geliştirilmesi gibi seçeneklere gittikça artan oranda başvurulacaktır.

Tüm bunların özel sektörün ekonomik açıdan daha az maliyetli şekilde düşük karbon ekonomisine doğru yol almasına yardımcı olacak tedbirlerden sadece bazıları olduğunu hatırlatıp gelişmelere yeterince kaynak ve önem ayırmayan şirketleri daha maliyetli ve dahi zorlu bir geleceğin beklediğini belirtelim.